Ego ve Id Konusundaki Sıkıcı Görüşlerim
Öncelikle tanım:Ego ve id, Sigmund Freud'un psikodinamik kuramında yer alan iki temel bileşendir.
Id: Benliğimizin en ham, en biyolojik halidir. İçgüdülere ve dürtülere dayanır. Kalıtımsaldır. Kontrol mekanizmasından yoksundur, özgür ve özgündür.
Biraz düşündüğümde birçok toplumsal anlaşmazlığın kökeninde id-ego çatışmasının yer aldığını fark ettim. Örneğin, ideolojilerden sosyal liberalizm id-ego sentezini benimseyen bir görüşken; anarşizm id'yi, muhafazakarlık ise sadece egoyu esas alır. Muhafazakarlara göre toplumun inşa ettiğine sadık kalınmalı ve özden kaçınılmalıdır. Öz, günahlarla doludur; bireysellik ve bencillik günahtır. Anarşistler tersini düşünür, liberaller ise devlet yapısını bozmadan özgürlüğü hedefler.
Bireysel düşüncem, zamana, bölgeye ve şartlara göre değişken ve geçici olabilen egoya tutunmak insanı bir kalıba indirger. İnsan birey olmaktan çıkar ve nedenlerin sonucu veya şartların gereği olur. İnsanlara zarar vermeyecek ölçüde ne isek o olalım, ruhumuzu olduğunca özgür bırakalım ki yeni bir Lustral reçetesi gerekmesin.
İki kavramı da zihnimizde farklı şekillerde konumlandırabiliriz. İlk aşamada şu eşleşme oluşuyor bende: "id-hayvani, ego-medeni." Ancak bunun ilk defa sürüleşen hayvanlar için geçerli olduğuna inanıyorum. Artık bireyin var kalabilmek için sürüye ihtiyacı yok, ancak var olabilmek için kendisine ihtiyacı var. Bu durumu olabildiğince muhafaza edebilmeli; kıtlıkları, savaşları, pandemileri engellemeye çalışmalıyız. Bu, tarihimiz boyunca kazandığımız en büyük lükslerden biridir.
Birey olarak iplerim hangisinin elinde? Bunun cevabını bilsem de uzun süre düşünmem gerekti. Klasik müzik eşliğinde düşünce seansları ya da meditasyon falan yapmadığımı belirtmek isterim. Otobüs beklerken, market alışverişi yaparken, cilt serumu sürerken falan rastgele peydahlanabiliyor bu düşünceler.
Şunu fark ettim ki id kavramını bilmezken bile bunu yaşatmaya çalışmışım her zaman. Küçüklüğümden beri en çok özen verdiğim şey "var olabilmek" oldu. İçimdeki şeyi yaşatabilirsem, doğal farklılıklarımı yansıtabilirsem gerçek bir birey olabileceğimi düşündüm. Bunu abarttığım ve saçmaladığım zamanlar da oldu, yalan değil. Örneğin, hep dağınık bir insandım ve bunu düzeltmeye çalışmıyordum; özüm kaybolmasın diye. Özümü kaybetmesem de kredi kartımı defalarca kaybettikten sonra bir yerlerde hata yaptığımı anladım. Yine de çok minik versiyonlarımdan itibaren bu tutumu sergilemem, kendime saygı duymamı ve sevmemi sağladı. Dış dünyadan gördüğüm, deneyimlediğim hiçbir şeyi sorgulamadan bünyeme geçirmedim. Miras sisteminin adil olmadığını ve optimize edilmiş bir sistemde özel mülkiyetin olmaması gerektiğine inandım ancak komünizmi genel anlamda mantıklı bulmadım. Anti-militarist ve zorunlu askerlik karşıtı olarak bazı dış operasyonlara hak verdim.
Paragrafı yıldırım hızında kestim çünkü kendimi anlatmaya daldım ve bunu bazen sevmem. Bağlamaya çalıştığım noktaya epsilon geçişi yaparak şunu ifade etmek istiyorum;
Bambaşka renklerin bir arada göz kamaştırdığı ancak ruha dinginlik, akla ferahlık kattığı bir toplum düşlüyorum. Hayattaki en önemli idealim, yeni şeyler tatmak. Yeni bir çikolata, alışkın olmadığım renkte bir tişört, aşina olmadığım müzik tarzları, farklı hatta tuhaf insanlarla tanışmak...
Bence hayatı bir oyun gibi değerlendirmek, yeni seviyeler açmanın verdiği hazzı aramak gerekir. Konfor alanımızda aynı seviyede döngülere sıkışıp kaldığımızda, egomuza ve egolara hapsolduğumuzda, arkalarda bir yerde bir depresyon sinsice elinde baltayla bekliyor olacak.
On numero
YanıtlaSil